MENDİL

Bir zamanlar kağıt mendil, peçete yoktu. Aklımıza bile gelmezdi kağıdı bu biçimde kullanmak. O vakitler kağıda yazı yazılırdı sadece. Söz uçar, yazı kalır dendi mi, anlamı buydu.

Ve biz mendil diye işte bunları bilirdik.
Karelisi, düz rengi, işlemelisi, oyalısı…
Bunlar sadece burun silmek için değildi, hayır.

İçine lokum konur hediye edilir, harçlık konur bayramlık olur, altın konur hayırlı olsuna gidilir.
Bir hediye paketiydi anlayacağınız.
Şefkat demekti sonra…
Sırtınız terler, oracığa yerleştirilir, ağlarsınız gözyaşınızı siler.
Annelerin çantasından tenine sinen parfüm
gibi mis kokulu çıkar, babaların cebinden traş losyonunun rayihasını taşır da gelir.
Ama var ya…
Hep tertemiz…hep sakız gibi… hep ütülü…
Hep.. misler gibi!

Alın terini silmekti mendil. Emekti bir anlamda.
Çantaydı, taşırdı en değerli şeylerinizi. Bir Keloğlan masalında, soğan ekmek konup sırığa bağlanır omuza vurulur; bir eski İstanbul konağında çil çil altınları saklardı ceviz ağacından bir konsolun gözünde…
Ucunu düğümlerdiniz unutmamak için bir şeyi, halk oyununda halay başı elinde sallar, coşku olurdu mendil.
Çocuksanız oyundu, mendil kapmaca…
Daha eski zamanlarda aşıklar arasında haberleşme…Ucunu yakınca aşkından ölüyorum, ortasından tutarsan buluşalım demiş olurdun.

Sıcacık, sevgi dolu bir toplumun nakış nakış işlenmiş değerleriydi şu mendiller.
Birbirimize verdiğimiz kıymetin bir ifadesiydi aslında.
Bugünün burnumuzu silip buruşturup çöpe attığımız kağıt mendillerle kıyas kabul etmez.

O yüzden…

Eski bir çekmecenin dibinde rastlarsanız eğer…
Bayram niyetine içine bir şeker, bir harçlık koyuverin, damlatın azıcık parfümünüzden.
Verin evin en küçüğünün eline
Fısıldayıverin kulağına, ” Sakla bunu emi? İlerde sen de bir bayramda kendi çocuğuna verirsin”.