KAZANIRKEN KAYBETTİKLERİMİZ

 Ekonomik olarak geçmişe göre bugün daha rahatız, iletişim, ulaşım, enerji, sağlık ihtiyaçlarımız içinde rahat olmamıza rağmen mutsuz ve yalnız hayatlar yaşıyoruz. Sürekli bir yarış halindeyiz. Bu yarış sonrasında dönüp arkamıza baktığımızda neler kaybettiğimiz hiç aklımıza geliyor mu acaba ?
Kazanmak için yarışan, daha çok kazanmak isteyen kazandıkça tüm dünyevi zevkleri tadarak daha çok tüketen daha fazla para kazanma, daha fazla mal, makam, şöhret sahibi olma, daha çok alma ihtiyacı içindeki yaşam alanını “ben” üzerine inşa eden, birbirine karşı ilgisiz, sevgisiz ve saygısız insanlar haline geldik.
Doyumsuz bir ben’in kontrolü asla mümkün değildir. İnsanoğlu daha çok kazandıkça; sevgi, saygı, insaf, merhamet, adalet, namus, sadakat, helal kazanç, hoşgörü, vefa, dürüstlük, yardımseverlik, kardeşlik, dostluk, kadir kıymet bilme, dayanışma gibi insani ve manevi birçok değer de kayboluyor.
Bu değerlerini kaybeden insanın vicdanında oluşan çürüme, para kazancının ne şekilde olursa olsun ön plana alınması günümüz dünyasını acımasız bir hale dönüştürüyor. Adalet duygusundan uzaklaşan bir düzende yaşayan insanların ilk öğrendiği şey; harama dair her şeyin mübah sayıldığıdır.
Para için yaşıyoruz, Para için eğitim görüyoruz, Para için meslek seçiyoruz, Para için çalışıyoruz, Para için birbirimizi kırıyoruz, Para için birbirimizi çiğniyoruz, Para için birbirimizi aldatıyoruz ve Para için savaşıyoruz. Sevgiyi hayatımızdan çıkardık ve yerine ben merkezli menfaati yerleştirdik. Sevgi olmadıktan sonra, daha çok paranız olsa, daha çok malınız olsa, ne olur?
Toplumları ayakta tutan kardeşlik sevgisi, aile sevgisi, vatan sevgisi, kültür ve ahlaki değerleridir. Maddi değerler peşinde koşarken o kadar birbirimizden uzaklaştık, soğuduk ve manevi değerlerimizi kaybettik ki, farkında bile değiliz. Farkında olduğumuzda da maalesef iş işten geçmiş oluyor.
Eskiden Ahde vefa vardı, söz senet kabul edilir insanlara güven duyulurdu. Bu duyguyu kaybedeli senet bile geçersiz oldu. Haram-helal kavramlarını da kaybettik, çıkarları için doğayı ve çevreyi yok eden, kul ve yetim hakkı nedir bilmeyen, yaptıklarından vicdan azabı duymayan insanlar haline geldik.
Eskiden borçlar zaruri ihtiyaçlar için alınırdı. Ama şimdi yaşayamadığımız hayatımızın daha da zenginleşmesi için geleceğimiz ipotek altında ve çoluk, çocuk, torun 7 kuşak borç içindeyiz.
Eski zamanlarda yaşadığımız evler, bir tarafta çocuk sesleri, diğer tarafta anne, baba, nine ve dedelerimiz ile birlikte yaşanılan bahçeli, sofalı, cumbalı, şirin evlerdi. Şimdilerde ise geniş salonları olan ama mobilyaların işgal ettiği beton binalarda oturuyoruz. O kadar çok yer kaplıyor ki bu masalar, sandalyeler, koltuklar, sehpalar, vitrinler, mobilya ve eşyalarımız dört kişilik yerimiz kalmıyor rahat yaşamak için.
Eskiden bayramlar vardı, bayramlarda önce büyüklerimizi ve akrabalarımızı ziyaret ettikten sonra komşularla bir araya gelip hep birlikte hoşça vakit geçirirdik. Hal hatır sorar dostluğu ve kardeşliği paylaşırdık. Maalesef şimdi bayramlar tatil için bir fırsat oldu. Büyükler ise unutuldu. Bir SMS ile bir mesaj yada bir telefon ile birbirimizin bayramını, birbirimizi görmeden kutlar olduk. Dolayısıyla bizimle birlikte çocuklarımızın da birbirine kaynaşması kayboldu. Küçük yaşta birbirinden soğuyan, kardeşlik dostluk kavramlarını yitiren çocuklarımızdan büyüdüklerinde nasıl bir bağlılık ve birliktelik bekleyebiliriz ki. Çocuklarımızın geleceğini kardeşlik dostluk duygularını kendi ellerimizle yok ettik.
Eskiden akraba, hısım, eş, dost, komşu ziyaretleri karşılık beklemeksizin yapılırdı, güzel komşuluklar, dostluklar, yardımlaşmalar, hal, hatır sormalar vardı şimdi ise maalesef hiçbiri kalmadı. Şimdi çocuklar, kardeşler, akrabalar miras ve çıkar peşinde fırsat bekliyor. Şimdi herkesin ayrı bir çıkar dünyası var ve mutlu olabileceğini zannederek giderek yalnızlaşıyor.
Eskiden başımıza bir iş gelse yakın akrabalardan önce komşularımız yardımımıza koşardı. Komşuluk ilişkilerimizin ayrı bir önemi vardı. “Komşu komşunun külüne muhtaç”, “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir” inanç ve anlayışa sahiptik. Ama şimdi aynı binada oturan insanların birbirinden haberi bile yok. Aynı asansörü, aynı merdiveni ve aynı kapıyı paylaştığımız halde kim hasta, kim yasta, kim dertli, kim ihtiyaç sahibi bilmiyor ve ilgilenmiyoruz. Şimdi hangimiz acele bir işimiz olduğunda çocuklarımızı komşularımıza bırakabiliyoruz. Bırakın çocuk bırakmayı aynı binada, asansörde, kapıda karşılaşan insanlar birbirine ne bir selam, ne de bir tebessüm sunuyor. Herkes birbirine yabancı. Selamlaşmayı dahi unuttuk. Hatta vefat eden komşunun ne zaman vefat ettiğini bile bilmiyor, cenazesine dahi katılamıyoruz.
Yaşlılarımıza karşı sevgi ve saygı azaldıkça, onları huzur evlerine yerleştirmeye başladık. İnsanların birbirine karşı güveni çok azaldı, şüphecilik arttı. Birbirini sevmeyen, birbirine güvenmeyen, umutsuz, mutsuz, bencil, menfaatçi, hoşgörüsüz ve sabırsız bir nesil yetişiyor.
Maddi varlıklarımız arttıkça, maalesef manevi değerlerimiz de azalıyor.
Daha çok para kazanıyoruz ama sağlığımızı kaybediyoruz. Daha sonra kazandığımız para ile sağlık satın almaya çalışıyoruz. Peki kaybedilen sağlığı para ile tekrar yerine getirebiliyormuz ?
Daha çok para kazanmak için arkadaşlarımızı, dostlarımızı, eşimizi, çocuklarımızı, anne ve babamızı, ailemizi, akrabalarımızı ihmal ediyor yıllar sonra farkına varıyoruz ama kazandığımız paralarla geçen zamanı tekrar yaşayabiliyormuyuz?
Mesela çocuklarımız gözlerimizin önünde büyürken koca koca yetişkin gençler haline geliyor ama biz para kazanmak hırsıyla gece gündüz, şehir içi – yurt dışı koştururken o arada geçen zamanın farkına varabiliyormuyuz?
Ya kazanma hırsıyla yada menfaat için kalplerini kırdığımız, darıldığımız, çatıştığımız, yıllarca görüşmediğimiz yakınlarımız. Üç kuruşluk menfaat için, mal, mülk, para için onları kaybetmeye, hayatımızdan çıkarmaya değiyor mu ?
Geleceği düşünmekten anı yaşamayı kaybettik. Peki filmi geriye sarıp yaşayamadıklarımızı tekrar geriye getirebiliyormuyuz?
Teknoloji geliştikçe kitap okumayı kaybettik. Sanal alemde gezerken gerçek yaşamı ve insani duygularımızı kaybettik. GDO ve katkı maddelerinden dolayı yediğimiz içtiğimiz şeylerin tadını bile kaybettik. Yaşlı, hamile, engelli insanlara öncelik vermeyi, öğretmenlere saygı duymayı kaybettik. Yaratılan tüm canlıları yaratandan ötürü sevme duygumuzu kaybettik. Sahip olduğumuz nimete şükretmeyi, zahmete sabır göstermeyi kaybettik.
Kazandığımız para ile satın aldığımız son model arabamıza binip, muhteşem evimize gideceğiz. Muhteşem soframızda en güzel yemekleri yiyip en harika içecekleri tadacağız. İphone telefonumuzla, arkadaşlarımızı arayıp, whatsapp’dan mesaj atıp, televizyon seyredeceğiz. İpek pijamalarımızı giyerek güzel yatağımıza uzanıp başımızı yastığımıza koyacağız. Ama vicdanımız temizse rahat bir uyku uyuyabileceğiz yoksa uyku haram. Yeryüzünde insanlar için en güzel kazanç ‘kendi elinin emeği, alın teri ve gayreti ile kazandığı’dır. İşte o zaman tatlı bir uykuya dalabiliriz.
Sonu yok ki tüketmenin, fazlasına sahip olma isteğinin, hırsın ve satın aldıklarımızın. Para, sevgiyi satın alamaz. Ne kadar zengin olursak olalım, elimizdeki para gerçekten bizi biz olduğumuz için seven, uğrumuzda can verecek, bir yol arkadaşı satın almamıza yetmeyecektir. Para ile mutluluk satın alamazsın, ev araba alabilirsin ama içine huzur koyamazsın, en güzel yatağı alabilir ama uykuyu satın alamazsın, çeşit çeşit yiyecekler alabir ama onu tadacak iştahı alamazsın, en iyi saati alabilir ama geçen zamanı satın alamazsın, mevki, makam satın alabilirsin ama parayla saygınlık alamazsın, cilt cilt kitaplar satın alabilirsin ama bilgiyi alamazsın. En pahalı ilaçları satın alabilir ama kaybettiğin sağlığı geri satın alamazsın.
Hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki sahip olduğumuz birçok değerlerimizi unuttuk. Aslında bütün bunlar manevi ve insani değerlerimizin, güzel örf, adet ve kültürümüzün ortadan kaybolduğunun birer göstergesidir. Bizler kaybettiğimiz bu güzel değerleri yeniden hayata taşıma, yeniden kazanma ve kazandırma sorumluluğunu farkındalıkla üstlenebirsek, geleceğe ışık olabilirsek, umut taşıyabilirsek belki o zaman yüreğimiz bir nebze ferahlayacaktır.
Bu unuttuğumuz ve kaybettiğimiz, bizi biz yapan değerlerimizin çocuklarımıza, yeni nesillere öğretilmesi ve sürekliliğinin mutlaka sağlanması gerekiyor.
İşte aşağıdaki çağımızın paradoksu, kaybettiğimiz değerleri ne güzel anlatıyor.
Vitrinler dolu ama gönüller boş.
Çok yazıyoruz ama az okuyoruz.
Diplomamız çok ama huzurumuz az.
İlaçlar çoğaldı ama hastalıklarda arttı.
Az kitap okuyoruz ama çok TV izliyoruz.
Konforumuz arttı ama zamanımız azaldı.
Uzmanlıklar arttı ama meseleler çoğaldı.
Paramız çoğaldı ama ihtiyaçlarımız arttı.
Her şeyi temizledik ama ruhları kirlettik.
Evlerimiz büyüdü ama ailelerimiz küçüldü.
Dünya barışı diyoruz, en yakınımızla dargınız.
Tanıdıklarımız çoğaldı ama dostlarımız azaldı.
Varlığımızı artırdık ama değerlerimizi yitirdik.
Plan çok yapıyoruz ama daha az sonuç alıyoruz.
Su gibi para harcıyoruz ama ihtiyaçlar hiç bitmiyor.
Güzel evlerde oturuyoruz ama huzurumuz kaçtı.
Aya gidip geliyoruz ama komşumuza gidemiyoruz.
Gelirimiz arttı ama ahlak ve karakterimiz bozuldu.
Eve çift maaş girdi ama çiftlerin boşanmaları arttı.
Akşam geç yatıyoruz ama sabah yorgun kalkıyoruz.
Ve tüm bunların sonucu olarak şimdilerde insanlar,
maalesef ; yoğun, yorgun, mutsuz ve tek başına…..
Dr.İlhami Pektaş