DİNİ HİKAYELER

BEN SENİNLEYDİM SEN KİMİNLEYDİN ?
Hoca kürsüde âhiret ahvâlini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri de vardı. Hoca, cenâb-ı hakk’ın âhirette soracağı suâllerden bahisle:
“İlmini nerede kullandın, malını-mülkünü nerede harcadın, ömrünü nasıl geçirdin, ibâdetlerin ne durumda, harama-helâle dikkat ettin mi .. bunlar sorulacak; şunlar sorulacak!..” diye uzun uzadıya birçok sorulacak hususlar saydı.
Bu kadar teferruata rağmen meselenin özüne dikkat çekilmemesi üzerine Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, hoca efendiye seslendi:
“Hoca efendi! Hoca efendi..
Allâh Teâlâ bu kadar soru sormayacak, kısaca soracak ki:
Ey kulum! ben seninleydim ya sen kiminleydin?
Kabirde sorgu melekleri Muhyiddin ibni Arabiye “Rabbin kimdir”, diye sorarlar.
Muhyiddin ibn-i Arabi de sorgu meleklerine şu cevabı verir :
Biz bizimle bizdeydik, biz bizimle bize geldik,
Biz bizimle bizdeykenbizi bizden mi sorarlar?
Mana aleminde kuvvetli ve büyük zatlardan olan Muhyiddin ibn-i Arabi;  kendisinin yaradan’a, yaradanın da kendisine olan yakınlığından bahsetmek adına bu kelamları dile dökmüştür.
Bilemezsin, sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı, hiçbirşey içime sinmedi;
Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var, ya da okyanusa su..
Düşündüğüm her şey doğu’ ya baharat götürmek gibiydi..
Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin..
O yüzden sana bir ayna getirdim ; Kendine bak ve beni hatırla.
Hz.Mevlana
Adam fısıldadı:
”- Allahım konuş benimle…”
Ve bir kuş cıvıldadı ağaçta.
Ama adam duymadı.
Sonra adam bağırdı:
”- Allahım konuş benimle”.
Ve gökyüzünde bir şimşek çaktı.
Ama adam dinlemedi ve görmedi onu.
Adam etrafına bakındı ve,
”- Allahım seni görmeme izin ver” dedi.
Ve bir yıldız parladı gökyüzünde.
Ama adam onun da farkına varamadı.
Ve yüksek sesle haykırdı:
”- Allahım bana bir mucize göster”.
Ve yeni doğan bir bebek sesi geldi komşunun evinde.
Ama adam bunu bilemedi.
Sonra çaresizlik içinde sızlandı:
”-Dokun bana Allahım ve burada olduğunu anlamamı sağla, ne olur!”
Bir kelebek kondu adamın omzuna.
Ve adam kelebeği, elinin tersiyle uzaklaştırdı…
Halil Cibran
YALNIZ SEN…!!!
Zannetme ki ikilik görürüm âlemde ben,
Hep yeni sırlar görürüm, açılan perdeden!
Bilirim; canım, gönlüm ve cümle varım sensin,
Görürüm;gözüm sen, başım sen, hepsi sen!…
TAPTIĞINIZ ŞEY AYAĞIMIN ALTINDA.
Muhiddin-i Arabi bir gün,
-Sizin taptıklarınız benîm ayağımın altındadır; diye bağırmaya başladı. Bu söz üzerine zamanın uleması Muhiddin-i Arabi’nin küfrettiğine hükmederek M. Arabiyi idam ettiler. Cenazesini de kimsenin bilmediği bir yere gömdüler.
Aradan asırlar geçti. Yavuz Sultan Selim Han Şam’ı fethetti. Orada bu hadiseyi duyup Muhiddin-i Arabi’nin kabrinin nerede olduğunu sordu. Fakat kimse Muhiddin-i Arabi’nin kabrinin nerede olduğunu bilmiyordu.
Dağda koyun otlatmakta olan çobanlara kadar Muhiddin-i Arabi’nin kabrinin nerede olduğunu soruyor fakat kimseden net bir cevap alamıyordu. Sadece çobanın bir tanesi :
– Padişahım dedi, ben onun kabrinin nerede olduğunu bilmiyorum. Fakat şurada öyle bir yer var ki, oradan ne koyunların birisi bir ot yer ne de oraya bir hayvan ayak basar. Oranın otları kendi halinde büyür ve zamanı gelince de kurur dedi. Bunun üzerine Sultan Selim, oranın Muhiddin Arabi’nin kabri olduğuna karar verip kazdırdı. Baktılar ki, cesedi olduğu gibi duruyor. Oraya iade-i itibar muhteşem bir türbe yaptırdı. Sonra O’nun niçin idam edildiğini sordu.
Oradakiler;
-Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır dediği için idam edildiğini söylediler.
Bu defa; Sultan Selim Han, bu sözü nerede söylediğini araştırıp orayı da buldu. Orayı kazmalarını emretti. Kazdıklarında oradan bir küp altın çıktığını gördüler.
O zaman M. Arabi’nin bu sözleri o devirde dinden çıkıp aşırı madde ve paraya tapanlar için söylediği anlaşıldı.
Maalesef günümüzde de madde ve para hırsına kapılan, parayı her şeyden üstün tutan insanlar bu sözün değeri daha çok anlaşılıyor.
NE ARARSAN KENDİNDE ARA
Hararet nârda’dır, sac’da değildir,
Kerâmet sendedir, tâc’da değildir.
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs’te, Mekke’de, Hâc’da değildir.
Hacı Bektaş-ı Veli
İstiyorsan Hakk’a varmayı,
MesIek edin gönüI aImayı,
Bırak sarayIarda mermer oImayı,
Toprak oI, bağrında güIIer yetişsin.
MevIana
Hangi arzular peşinde hangi yolda yada kader çizgisinde ilerliyorsan sonuçta varacağın hedef pusulası  suyun denize ulaştığı gibi seni kaderine ulaştıracaktır.
Eğer sende basiret varsa, gönül Kâbe’sini tavaf et! Topraktan yapılmış sandığın Kâbe’nin asıl manası gönüldür… Şunu iyi bil ki sen, Allah’ın nazargâhı olan bir gönlü incitir, kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevap, gönül kırmanın günahını telâfî edemez.”
Hz. Mevlana
Yıkan olma yapan ol…
Bir tek gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi elin yüzün yumaz değil
Ey hace ister isen var bin hacca
Hepsinden eyice iş bir gönüle girmektir.
Yunus Emre
Seni sen yapan candır,
Her canın sahibi var, O da Yaratan’dır,
Sen canına muhtaç, canın canana.
Unutma can da O’dur, aslında Canan da…
Hz.Mevlana
Adam fısıldadı:
“Allahım seninle konuşmama izin ver.”
Ve bir kuş cıvıldadı ağaçta. Ama adam farkına varmadı.
Sonra adam bağırdı:
“Allahım ne olur konuş benimle, sana ihtiyacım var.”
Ve gökyüzünden bir şimşek çaktı, ardından çisil çisil bir yağmur başladı.
Ama adam yine farkına varmadı.
Adam etrafına bakındı ve,
“Allahım seni görmeme izin ver!” dedi.
Ve bir yıldız parladı gökyüzünde. Ama adam hiç farkına varmadı.
Ve yüksek sesle haykırdı:
“Allahım bana bir mucizeni göster.”
Ve bir bebek doğdu yakın bir yerlerde.
Ama adam bunu bilemedi. Sonra çaresizlik içinde sızlandı:
“Dokun bana Allahım ve burada olduğunu anlamamı sağla, ne olur!”
Bir kelebek kondu adamın omzuna.
Ve adam kelebeği, elinin tersiyle iterek uzaklaştırdı…

Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin                                                                                                          Tekkede, manastırda eremezsin                                                                                                                Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada                                                                                                      Cennetin cehennemin üstündesin.                                                                                                           Ömer Hayyam.

Sonsuzluğun sahibi, Murad etmiş “OL” demiş,
Ruh üflemiş toprağa, canlandırmış “KUL” demiş,
Gir, kabuktan öze gir, sende seni “BUL” demiş,

“Ey oğul! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol.
Hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!
Çünkü bir insanı dostlukta anarsan, daima sevinç içinde olursun.
İşte o sevinç cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi kin ve düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu dert de cehennemin ta kendisidir.
Mevlana.
Cümle halk ehl-i sefer, âlem misafirhanedir,
Hiç mukîm âdem bulunmaz bir acib kâşânedir.
Bir kefendir âkıbet sermayesi şâh u gedâ,
Pes! buna mağrûr olan mecnun değil de yâ nedir?
Ahmed Celâleddin Dede
Sendedir mahzen-i esrar-ı muhabbet sende
Sendedir ma’den-i envar-ı futuvvet sende
Gizli gizli dahi vardır nice halvet sende
Marifet sende hüner sende hakikat sende
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen,
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen…
Galibi
MİSAFİR
Kimse baki değildir, mülk-i dünya simü zer,
Bir harap olmuş kalbi ta’mir etmektir hüner.
Buna fani dünya derler, durmayıp her daim döner.
Adem oğlu ise bir fenerdir, akibet birgün söner.!
ŞERİAT,TARİKAT, MARİFET ve HAKİKAT KAPISI
1-Şeriat Kapısı
2-Tarikat Kapısı
3-Marifet Kapısı
4-Hakikat Kapısı
Öğreti olarak bu kapılar birer birer geçilerek Hakikate ulaşılır.
Öğrencilerinden biri Mevlana’ya sormuş.
– Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız ?
“Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var. Hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir tokat at, sonra gel sana anlatayım”
Adam gitmiş birincinin ensesine bir tokat vurmuş. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlâna’nın öğrencisini yere yıkmış.
Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var.
Yaradana güvenip ikinciye de okkalı bir tokat vurmuş.
O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış karşısındakine iade tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş.
Öğrenci devam etmiş üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş.
Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş. Öğrenci Mevlâna’ya dönmüş, olanları anlatmış.
Mevlâna ;
“İşte sana istediğin örnekler;
Birinci; şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için tokadı yeyince kalktı Aynısını sana iâde etti.
İkinci; tarîkat kapısındadır. Tokadı yeyince o da kalktı tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi “Sana kötülük yapana bile iyilik yap” Onun için döndü, yerine oturdu.
Üçüncü; mârifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün Yaradan’dan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi âlet etti diye merakından söyle bir dönüp sana baktı.
Dördüncü; hakikat kapısını da geçen kişidir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu herşeyin haktan geldiğini bildiğinden dönüp kimdir diye bakmadı bile.
Hoca Cami’de ateşli bir şekilde vaaz veriyordu.
Başınıza gelen herşey Allahtandır. Başka şeylerde aramayın.
Vaaz dinleyen cemaatten biri cami çıkışı hocayı takip eder ve uygun bir zamanda hocanın ensesine müthiş bir tokat vurur.
Hoca can havliyle dönüp tam bir karşılık vermeye hazırlanırken adam
Hoca efendi Hoca efendi Hani herşey Allahtan geliyordu?
Hoca kendine gelir ve evet be adam buda Allahtan ama ben hangi münafıkın eliyle yaptırdı
onu merak ettiğim için döndüm….
Buda Mevlana’nın dediği gibi Hocanın Marifet kapısına kadar geldiğini işaret ediyor.
HAKİKAT YOLCUSU
Hakikat yolcusunun düşmanı yoktur…
Yol boyunca kendinden yansımaları ile karşılaşır . . .
Ve o yoluna devam eder. . .
Ona düşmanlık edenler gün gelir yoldan geçene
kaba davrandıklarını fark ederler…
itiraf edebilenler de hakikat yolcusudur…
Olan olması gerektiği için. . .
Olması gerektiği Anda..
Olması gerektiği gibi olmuştur. . .
Her şey tekamüle hizmet eder…
İstese de istemese de…
Tüm yollar tek ve bir menzile çıkar.
O nedenle birbirine darılmazlar.
Kin ve nefret bu yolun yolcusunda bulunmaz. .
Her şeye güzel bakar ve her şeyi güzel görür.
Benim Üç Güzel Dostum Var;
Biri Evde Kalır,
Biri Yolda Kalır,
Biri de Benimle Gelir.
Evde Kalan Ailemdir,
Yolda Kalan Dostlarımdır,
Benimle Gelen
“Yaptığım iyiliklerimdir.”
Hacı Bektaş-i Veli
ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜM
Mevlana dervişleriyle yaptığı sohbeti bitirdikten sonra,bir derviş telaşla odaya girdi ve heyecanla,uzaklardan gelen genç birisinin kendisini ısrarla görmek istediğini haber verdi.
Mevlana , ” Buyursun bakalım ” diye izin verdi.
İçeriye orta boylu,cübbesiz,külahsız ve sakalsız,çok sade giyinimli bir delikanlı girdi.
Mevlana yerinden adeta bir ok gibi fırladı. Bu zatı mana aleminden tanıyordu.Bu,kendisi gibi çağlara damgasını vuracak yiğit bir HAKK aşığı olan Yunus Emre idi…
Heyecan ve hasretle kucaklaştılar.
Odadaki dervişler bu samimi karşılamaya bir anlam verememişti, ama ortamın manevi yükünün yoğunlaştığını anlamakta zorlanmadılar…
Yunus Emre ve Mevlana birbirini özleyen iki kardeş gibi yan yana oturdular…
Mevlana sordu ;
– Pek güzel, Pek Sade giyinmişsiniz. Üzerinizde hırkanız bile yok ,üşümezmisiniz ?
Yunus Emre şiirle karşılık verdi ;
Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil,
Gönlün derviş eyleyen, hırkaya muhtaç değil…
Mevlana beğendiğini belli eden bir hareket yaptı.Ve yine sordu ;
– Pek doğru söylersiniz. Nasılsınız iyimisiniz ? Nelerle meşgulsünüz ?
Ne yapar, ne eylersiniz ?
Yunus Emre yine şiirle karşılık verdi ;
Adımız miskindir bizim, düşmanımız kindir bizim,
Biz kimseye kin tutmayız, kamu alem birdir bize.
Ben gelmedim dava için, benim işim sevgi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim !
Mevlana, Yunus Emre’ye Sordu;
-Biz dervişlerimize Tevhid’i öğretirken ” Bir elma iki ayna ” demiştik.
Siz ne dersiniz ?
Yunus Emre cevap verdi;
Tevhid imiş cümle alem,
Tevhidi bilendir adem,
Bu tevhidi inkar eden,
Öz canına düşman imiş…
Mevlana,Yunus Emre’nin bir süre dergahta kalmasını istiyordu.
-” Evet, davetimizi kabul buyurursanız, çok memnun kalacağız.
Hemde size yazdığımız 6 ciltlik Mesneviyi birlikte okurduk” dedi.
Yunus Emre kalktı , kapıya doğru yönelirken ilk kez şiirsiz konuştu;
-Ne kadar uzun yazmışsınız ! Çok emek ve gayret sarfetmişsiniz.
Bize kalsaydı aynen şunu söylerdik ;
” Ete Kemiğe Büründüm,Yunus Diye Göründüm ”
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
Diyorlar Bana, kalsın şiirde sözde yerde,
Sen araştır, göklere çıkan merdiven nerde.
Anladım işi; San’at seni aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
Seni aramam için beni uzağa attın,
Alemi benim, beni Kendin için yarattın.
NFK
BEDEN ve RUHUN TARTIŞMASI :
Hangimiz Daha Değerliyiz …?
Beden ile ruh aralarında tartışıyorlardı.
Beden güzelliğine ve parlaklığına mağrur olarak ruha dedi ki:…
“Ben senden daha değerliyim; Bak herkes bana ilgi gösteriyor ve beni seviyor.
Bana bakarak cana karar veriyorlar. Bana bakarak arkadaş oluyorlar…
“Ruh ise, kendi letâfetini gizlemiş olduğu halde o bedene dedi ki:
Ben senden bir çıkayım da ozaman görürsün, değerini.
Seni sevenler sana mezar kazarlar. İki gün bile seni saklamaz, seni toprağa gömerler. Böceklere yem olur, çürür gidersin.
“Beden ölümlü, ruh ölümsüzdür. Ruh bedene muhtaç değildir, onsuz da varlığını devam ettirebilir. Ama beden ruhsuz yaşayamaz ve hiç bir işe yaramaz.
Bedenimiz ruhumuzun elbisesi yahut evi gibidir. Beden ruh ile değerlidir…
Gözler, bu evin pencereleridir ki ruh bu âlemi o pencerelerden seyreder.
Önemli olan elbise midir, elbiseyi giyen mi…?
Ev midir, evde oturan mı…?
Mevlânâ
Sufi’ye sormuşlar: “Sana yol gösteren kimdi?”
Sufi cevap vermiş: “Bir köpek… Bir gün, suyun kenarında susuzluktan ölmek üzere bir halde duran bir köpek gördüm. Ne zaman su içmeye çalışsa kendi yansımasından ürküp geriye sıçrıyor, çünkü karşısında başka bir köpek olduğunu sanıyordu.
Nihayet susuzluğu öyle dayanılmaz bir hal aldı ki, köpek bütün korkusunu bir kenara itip suya atladı. O anda ulaşmak istediği şeyle arasındaki engelin de dağılıp gittiğini gördü ve anladı ki, engel kendisinden başkası değildi.”

Bayezid Bestami ve Deli

Bayezıd-ı Bestamî Hazretleri bir vakit tımarhanenin önünden geçiyordu. Burada görevli olan hizmetçisinin tokmakla bir şeyler dövdüğünü gördü ve sordu. Ne dövüyorsun.

Görevli: Delilere ilaç yapıyorum. Beyazıt: Ben de hastayım. Bana da bir ilaç yaparmısınız? Görevli: Hastalığın nedir? Beyazıd: Hastalığım günah hastalığıdır. Çok günah işliyorum.

Görevli: Ben o hastalıktan anlamam. Ben delilere ilaç hazırlarım. Bu konuşmaları işeten bir deli Beyazıd-ı Bestami Hazretlerine: -Yaklaş dede, yaklaş! senin çareni ben söyleyeyim ..

Beyazıd: Söyle bakalım benim yaramın şifası nedir? Deli :  Önce Tövbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır. Kalp havanında tevhit tokmağı ile döv, insaf eleğininden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir. Sabah akşam bundan ye… O zaman göreceksin, senin hastalığından eser kalmaz, dedi. Bu sözleri işiten Beyazıd-ı Bestami Hazretleri: “Hey gidi dünya hey! Seni de deli diye buraya koymuşlar.” deyip oradan ayrıldı.

Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
Diyorlar Bana, kalsın şiirde sözde yerde,
Sen araştır, göklere çıkan merdiven nerde.
Anladım işi; San’at Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
Necip Fazıl Kısakürek
Adamın biri Hz. Ali’ye,
“O kadar dertliyim ki sıkıntıdan ölüyorum.” dedi.
Hz. Ali; “İki soru soracağım, cevabını alıp dermanını da bulacaksın. dedi.
Adam; “Sor Ya Ali dedi.
Hz. Ali; “Dünyaya geldiğin zaman bu dert seninle birlikte mi dünyaya geldi?”
Adam; ”Hayır.” dedi.
Hz. Ali; ”Dünyadan giderken bu dert seninle birlikte olacak mı? Adam; ”Hayır” dedi.
Hz. Ali son olarak şöyle buyurdu;
“Seninle birlikte gelmeyen ve giderken de seninle birlikte olmayacak olan bir dert için niçin bu kadar telaşlanıyorsun.
Sabırlı ol ve Allah’a tevekkül et. Verdikleri için Allah’a her zaman şükret. Dünyaya çok ümit bağlamaktansa yüzünü Âlemlerin Rabbine çevir.” O zaman tüm sıkıntılarından kurtulursun dedi.
Hazreti Ebubekir yolda giderken bir ceviz için kavga eden çocukları görür ve aralarına girer.
– Durun, ben ikinize de pay edeyim der…
Cevizi kırar ve içi boş çıkar.
Mübarek çocuklara döner:
Biliyor musunuz, çocuklar …
“Uğruna kavga ettiğiniz, kalp kırdığınız dünya bu işte”
İnsanlar üç kuruşluk mal, mülk için kavga ederler,
birbiri ile küserler, kalp kırarlar, hak yerler, haram yerler…
Ama bilmezler ki dünyanın kendisi yalan, kendisi boş….
Misafirsin bu dünyada. Misafirliğin tadını çıkar.
Ne kimseye bir sitem et, ne de kin ve düşmanlık besleme..
Ne bir kimsenin kalbini kır, ne de üzülmesine vesile ol…

Bu nedenle;

Hiç Bir Şey İçin ”BENİMDİR” Deme,

Sadece de Ki;
Bir müddet ”YANIMDADIR”
Çünkü Ne Eş,
Ne Çocuk,
Ne Ev,
Ne Makam,
Ne Ünvan,
Ne Araba,
Ne Altın ,
Ne Toprak ,
Ne Sevgili ,
Ne Hayat ,
Ne Ölüm ,
Ne Huzur ,
Ne de Keder…
Daima Seninle Kalmaz..
FELAKETE GÖTÜREN 10 HUY
-Kibir
-Cimrilik
-Kendini beğenme, gururlanma
-Riya
-Haset
-Öfke
-Mal sevgisi
-Makam sevgisi
-Çok yemek yeme hırsı (harama bulaşma)
-Çok söz söyleme hırsı (yalana bulaşma)
İmam Gazali
Ne demiş Mevlana :
Misafirsin bu hânede ey gönül,
Umduğunla değil bulduğunla gül,
Hâne sahibi ne derse o olur,
Ne kimseye sitem eyle, ne de üzül…
KALP KIRMA ÜZERİNE
Kalp, yani gönül, insanda bulunan her şeyi kendinde topladığı için, yaratılanların en üstünü ve en kıymetlisidir.
Büyük bir bardağa su koydular, Suyun içine de bir bardak.
Keskin nişancıları çağırdılar, Dıştaki kırılmadan içteki vurulacak.
Kimse başaramadı bunu. Silaha sarılanların boynu vuruldu.
Baktılar ki silah tutan kalmayacak. Hocaya koştular ”Bu iş ne olacak ?”
Hoca dedi ”Bu bir temsildir, O silahla vurulacak,
Bardak içindeki bardak: En büyük günah ve suç olan, kalp kırmaktır.”
”İnsana Yakışan odur ki, Bundan uzak durmak. Çünkü:
Kabe’yi yıkmaktan daha kötüdür, İnsanın kalbini kırmak”
Sevdiklerimizin kalplerini irşad edelim yıkmayalım ki sevgi görelim.
Hiç kimseyi incitme! Kalp kırma, gönül incitme.
Değil mü’minin kalbini, yabancının kalbini bile incitmeye hakkımız yok.
Çünkü kalp kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.
Kalp, Allahü teâlânın evidir. Ev sahibine eziyet edenin kendisi de incinir.
Yunus Emre’ninde Dediği gibi;
Yüz kez hacca vardın ise yüz kez kaza kıldın ise
Bir kez gönül yıktın ise gerektir çekesin âhı
Sorun bana aklı eren gönül mü yeğ Kâbe mi yeğ,
Ben eydürem gönül yeğdir gönüldür hakkın durağı.
Bir bahçeye giremezsen, Durup seyran eyleme.
Bir gönlü yapamazsan, Yıkıp viran eyleme.”
Ve Mevlana der ki;
Taş yeşermez geçmiş olsa da nevbahar,
Toprak ol da bak nasıl güller açar.
Taş gibi idin çok gönül kırdın yeter,
Toprak ol üstünde hoş güller biter.
KERAMET
Büyük bir arife dediler ki:
– Falan adam keramet sahibidir; havada uçuyor.
Arif cevaben:
– Bu mu keramet?! Sinek de uçuyor.
Dediler:
– Ya falan âlime ne dersin? Suyun üzerinde yürüyor.
Arif dedi:
– Bu da keramet değil, bir tahta parçası da suyun üzerinde yüzüyor.
Dediler:
– Peki, sence “keramet” nedir?
Cevap verdi arif:
– İnsanlar arasında yaşarken kimseye yalan söylememen, hiç kimseyi aldatmaman, haram yememen, insanları kullanmaman, iyi niyetlerini suiistimal etmemen. İşte “keramet” budur!.
Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gelde sıyır beyazı!..
Necip Fazıl Kısakürek
NE ARIYORSAN KENDİNDE ARA
Eğer sen can konağını arıyorsan bil ki sen cansın.
Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan sen bir ekmeksin.
Bu gizli bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen anlarsın ki
Aradığın ancak sensin sen.
Madendeki inciyi aradıkça madensin.
Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.
Şu kapalı sözü anlarsan anlarsın her şeyi;
Neyi arıyorsun sen osun.
Senin canın içinde bir can var o canı ara!
Beden dağının içinde mücevher var o mücevherin madenini ara!
A yürüyüp giden sufi gücün yeterse ara;
Ama dışarıda değil aradığını kendinde ara.
MANEVİYAT
Bir gün, ayyaş bir adam, yoldan geçmekte olan bir Derviş gördü ve kendi halinden utanıp, saygıyla:
“Efendim” dedi, “Maneviyatla iştigal bana ne sağlar?”
Derviş cevap verdi:
“Evladım! Sarhoş olmadan kendinden geçmeni sağlar.
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!”
Ömer Hayyam
Niceleri geldi, neler istediler neler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
Ömer Hayyam
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun kaç para
Hırka, tespih, post, seccade güzel
Ama Yaradan kanar mı bunlara?
Ömer Hayyam
Beni özene bezene yaratan kim? Sen
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
O zaman nedir o cennet cehennem?
Ömer Hayyam
AYNA
Bilemezsin, sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı, hiçbirşey içime sinmedi; Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var, ya da okyanusa su..
Düşündüğüm her şey doğu’ ya baharat götürmek gibiydi..
Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin..
O yüzden sana bir ayna getirdim ; Kendine bak ve beni hatırla.
Hz.Mevlana
NEFİS ve BİTMEYEN İSTEKLER
Hikayeye göre bir kral, sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastlar.
“Dile benden ne dilersen” diye sorar.
Dilenci gülerek, ” Benim her dileğimi gerçekleştirebilemezsiniz” der.
Kral bu cevaba şaşırır ve sohbet ilerler. “Pek tabii her dediğini yerine getirebilirim. Sen söyle bakalım, ne istiyorsun?” “Söz vermeden önce iki kez düşünün kralım” der. Dilenci sıradan bir dilenci değildir.
Kral ısrar eder. “Ne istersen iste sana verebilirim. Ben güçlü bir kralım. Yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz” der.
Bunun üzerine dilenci, elindeki kâseyi krala uzatır ve “bu kâseyi altınla doldurabilir misiniz?” diye sorar. Kral bir kahkaha atar ve vezirine kâseyi altınla doldurmasını emreder. Kâse dolup taşmakta ama sonrasında hemen boşalmaktadır.
Altınlar, buhar olup uçmaktadır sanki. Kralın onuru kırılır.
Bir dilencinin kâsesini dolduramadığı ülkede kulaktan kulağa yayılır. Giderek pırlantalar, elmaslar, yakutlar akıtılır kâseye. Ne var ki kâsenin dibi yoktur sanki. Dolup taşmasına rağmen kâse sürekli olarak boş kalmaktadır.
Kral yenik düşmüştür. Dilenciye yakarır: “Tamam, tamam sen kazandın”. “Dileğini yerine getiremedim ama lütfen bana kâsenin neden yapılmış olduğunu söyle” der.
“Çok basit” diye yanıtlar dilenci. “Bu kase insan NEFSİNDEN yapılmıştır.
Yani insanın arzu ve isteklerinden. Doymak bilmez oluşu bundandır. Bu gerçeği bir kez kavrarsan yaşantın değişir. İstek dediğin nedir ki! İstek ulaşılana kadar, belli bir süre heyecan veren bir duygudur.
Örneğin bir iş istersin… Bir araba… Bir ev… Eş… Bir başka şey!.. Tek tek her birini elde ettiğinde, her şey anlamını yitirir. Neden? Çünkü beynin, aklın onları dışlar, artık. İş senin, araba da garajdadır ve artık istek uyandırmamaktadır.
Heyecan, onu elde ettiğinde artık sönüp gitmiştir.
Gene boşluğa düşer, yeni bir istek yaratmak zorunda kalırsın. İstek doyumsuzluk uyandırır ve giderek bir ’dilenci’ olursun. Bir istekten bir diğerine çırpınıp durursun. Amacına ulaşır ulaşmaz bir yenisini yaratırsın. İşte insan dimağı.
Sen ancak kendini mutlu edecek şeyleri dışarıda değil de, kendi içinde aradığın zaman gerçek tatmine ve mutluluğa erişebilirsin”.
Gerçek mutluluk insanın içinde ve kendisinin elindedir. Mutluluğu ve başarıyı yakalayamayanlar, hatayı başka yerde değil kendi içlerinde aramalıdırlar. Bir şeyi elde etme hırsı değil, elde ettikten sonra da onu istemeye devam edebilme becerisi yaşamı anlamlı kılar.
Allah, bizleri aşırı hırs ve açgözlülükten korusun.
Âşık der inci tenden
İncinme incitenden
Kemalde noksan imiş,
İncinen incitenden…
Alvarlı Efe M. Lutfî Hz.
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum?
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.                                                                                  Anladım işi; San’at Allah’ı  aramakmış?
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
Necip Fazıl Kısakürek
YAŞAMAK
İnandığınız gibi yaşamazsanız,
Yaşadığınız gibi inanmaya başIarsınız.
Hz. Ömer
Deme şu niçin şöyle
Bak sonuna sabır eyle
Yerincedir ol öyle
Mevlâ görelim neyler.
Neylerse güzel eyler
Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Arif onu seyreyler;
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler..
Bir işi murâd etme,
Olduysa inâd etme,
Hak’dandır o reddetme;
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
Hiç kimseye hor bakma
Sen nefsine yan çıkma
İncitme gönül yıkma
Mevlâ görelim neyler.
Neylerse güzel eyler.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI Hz.
Bir can vardır canında o canı ara,
Beden dağındaki gizli mücevheri ara,
Ey yürüyüp giden dost bütün gücünle ara,
Amma dışarıda değil, aradığını kendi içinde ara”….
Hz.Mevlana
İstiyorsan Hakk’a varmayı,
MesIek edin gönüI aImayı,
Bırak sarayIarda mermer oImayı,
Toprak oI, bağrında güIIer yetişsin.
Mevlana
Âlemde meşhut olan bu devran,
Tekamül içindir, kemale doğru.
Her nokta cevval, her zerre raksan,
Uçup giderler visale doğru.
Filibeli Ahmet Hilmi
Dediler Ki : Gözden Irak Olan Gönülden De Irak Olur.
Dedim Ki : Gönüle Giren Gözden Irak Olsa Ne Olur.
Hz. Mevlâna
Açılır bahtımız bir gün, hemen battıkça batmaz ya!
Sebebler halk eder Hâlık, kerem bâbın kapatmaz ya!
Benim münâcâtım Hakka rızık için değildir, hâşâ!
Hüdâ Rezzâk-ı Âlemdir, rızıksız kul yaratmaz ya!
Erzurumlu Ibrahim Hakkı
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme:
Hazer kıl! Kırma kalbin kimsenin cânını incitme!
Esîr-i gurbet-i nâlân olan insanı incitme!
Tarîk-i ışkda bîçâre-i hicrânı incitme.
Alvarlı M. Lutfî Efendi
Sular hep aktı geçti, kurudu vakti geçti.
Nice han nice sultan, tahtı bıraktı geçti.
Dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti.
Yunus Emre
Dünya bir garip han, bir hoyrat mekan,
İnsan bir garip varlık kabına sığmayan…
Hayat bir yudum su, bir anlık rüya…
Ömür bir kısa yol tekrarı olmayan…
Şeyh Edebâli
KARINCA VE HZ İBRAHİM
Nemrud, ona karşı gelen Hz. İbrahim peygamberin ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış. Nemrud, ne güçlü bir kral olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. Nemrud’un askerleri İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış.
Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş:
– Acele ile nereye gidiyorsun?
Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş:
– Haberin yok mu? Nemrud, İbrahim peygamberi ateşe atacakmış. Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum.
Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki:
– Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki?
Bir damla su taşıyan karınca:
– Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.
Hayat akarken geçmişte de günümüzde de zalimler hakim olsa da gücünüz yettiğince zalime karşı durulmalıdır.
KIRILINCA KARINCA ALIR HAKKINI HAK DİVANINA VARINCA
İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Saray avlusunun kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’dan başkası değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi.
O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.
Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.
Kanunî bir ara tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. Kâğıdın üst kısmında Kanunî’nin hocasına yazdığı sual vardı. Kanunî şöyle diyordu hocasına:
Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?
Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:
Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
İNCİTME GÖNÜL
Çiçeklerle hoş geçin,
Balı incitme gönül.
Bir küçük meyve için
Dalı incitme gönül.
Konuşmak bize mahsus,
Olsa da bir güzel süs,
‘Ya hayır de, yahut sus.’
Dili incitme gönül.
Sevmekten geri kalma,
Yapan ol, yıkan olma,
Sevene diken olma,
Gülü incitme gönül.
Başın olsa da yüksek,
Gözün enginde gerek,
Kibirle yürüyerek
Yolu incitme gönül.
Mevlâ verince azma,
Geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma,
Külü incitme gönül.
Dokunur gayretine,
Karışma hikmetine.
Sahibi hürmetine
Kulu incitme gönül
Bestami YAZGAN
Birisi Hz. Ali’ye geldi ve
“O kadar dertliyim ki sıkıntıdan ölüyorum.” dedi.
Hz. Ali; “İki soru soracağım, cevabını verip dermanını bulacaksın. dedi.
Adam; “Sor Ya Ali dedi.
Hz. Ali; “Dünyaya geldiğin zaman bu dert seninle birlikte mi dünyaya geldi?”
Adam; ”Hayır.”
Hz. Ali; ”Dünyadan giderken bu dert seninle birlikte olacak mı?
Adam; ”Hayır” dedi.
Hz. Ali son olarak şöyle buyurdu;
“Seninle birlikte gelmeyen ve giderken de seninle birlikte olmayacak olan bir dert, senin bu kadar zamanını almamalı. Sabırlı ol. Yer yüzündekilere çok ümit bağlamaktansa yüzünü Âlemlerin Rabbine çevir.”
DUALAR NİÇİN GERÇEKLEŞMİYOR
İbrahim bin Ethem bir gün Basra çarşısında gezerken halk etrafına toplandı ve “Biz Allah’a dua ediyoruz. Fakat kabul olmuyor. Acaba neden dualarımız kabul olmuyor?” diye sordular.
Bunun üzerine İbrahim Ethem Hz. Kalbiniz on şeyden ölmüştür buyurdu. Bunlar :
1- Allah’ı tanırsınız, ama hakkını eda etmezsiniz.
2- Allah’ın kitabını okursunuz, ama onunla amel etmezsiniz.
3- Resulullah’ın sevgisini iddia edersiniz, ama onun yolunu terk edersiniz.
4- Cennetin sevgisini iddia edersiniz, ama onun için amel etmezsiniz.
5- Cehennem korkusunu iddia edersiniz, ama günahlardan çekinmezsiniz.
6- Ölümün hak olduğunu iddia edersiniz, ama onun için hazırlanmazsınız.
7- İblis’in düşmanlığını iddia edersiniz, ama ona tabi olursunuz.
8- Başkalarının ayıpları ile meşgul olursunuz, ama kendi ayıplarınızı terk etmezsiniz.
9- Ölülerinizi gömersiniz, ama onlardan ibret almazsınız.
10- Allah’ın verdiği rızkı yersiniz, ama Allah’a şükür etmezsiniz.
Herşey O’ndan
Dil ne bilir şekeri, şerbeti
Aldığın lezzeti baldan mı sandın!
Ne arı, ne de ağaç verir nimeti,
Elmayı, narı daldan mı sandın!
Baharı gönderir al gelin gibi,
Bir hazine ki görünmez dibi,
O cemildir, Cemal onun tecellisi
Güzeli yeşilden, aldan mı sandın!
Çok istesen de inadın olmaz,
Takdirden öte muradın olmaz,
O uçurursa senin kanadın olmaz,
Uçmayı kuştan, kartaldan mı sandın!
O’nun emriyle göktedir varlıklar,
O’nun emriyle yerde kalabalıklar,
O dilerse, kavağa çıkar balıklar,
Şu düzeni hayatı faldan mı sandın!
Gördüğün, göremediğin… Göz O’nun,
Bildiğin, bilemediğin… Öz O’nun,
Dediğin, diyemediğin… Söz O’nun,
Kelamı dudaktan, dilden mi sandın!
O dilerse, azlar çok olur,
O dilerse varlar yok olur,
O dilerse açlar tok olur,
Tokluğu paradan puldan mı sandın!
İbrahim duada Nemrut’un ateşinde,
Ateşler gülzar olur, türlü esrar işinde,
Oğul razı kurbandır babasının peşinde,
Kesmeyen bıçağı, İsmail’den mi sandın!
Zulmün kucağında Musalar doğar,
Açılır Bahr-ı ahmer küffarı boğar,
Sükût edince esbap bıldırcın yağar,
Yoksa nusreti ebabilden mi sandın!
Kâh gülersin, kâh dil hunsun gözyaşına,
Gün olur tuz bulamazsın aşına,
Dün, bugün ne geldiyse başına,
Eden O’dur, eyleyen O… Kuldan mı sandın!
Ateşi söndürdün, suyunda kaldın,
Sütünü içtin de, koyunda kaldın,
Bir ömür yaşadın, oyunda kaldın,
Dünyayı evlattan maldan mı sandı
Mecnun’un ki Leyla’ya bir nazar değil,
Gureba derd-i fenadan bizar değil,
Bağban-ı mürşidin hayali gülzar değil,
Bülbülün zarını gülden mi sandın!
O’nun sanatı varlığın nakışında,
O’nun şefkati ananın bakışında,
O’nun rahmeti suyun akışında,
Suyu pınardan, gölden mi sandın!
Ellerin titrer, fer kesilir gözlerinde,
Kapılırsın pek amansız bir derde,
Maraz, musibet ancak bir perde,
Kul! Eceli Azrail’den mi sandın!
Amele bakarsın ateşi tartar,
Rahmete bakarsın ümidin artar,
Kurtar beni ALLAH’IM kurtar,
Gönül! Necatı amelden mi sandın!
SİVASZARALİ
MAL SEVGİSİ KALBİNİ KAPLAMAMALI…!!!
Büyük fıkıh bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu bilinmektedir. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam kapıdan seslendi:
– Ya imam-ı Azam, gemilerin battı!…
İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra,
– Elhamdülillah dedi.
– Bir müddet sonra aynı adam koşarak yeniden gelip haber verdi:
– Ya imam, bir yanlışlık olmuş batan gemiler senin değilmiş.
İmam bu yeni habere de:
– Elhamdülillah, diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü:
– Ya imam, gemin battı diye haber getirdim “Elhamdülillah” dedin.
Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine “Elhamdülillah” dedin.
Bu nasıl hamd etme böyle?
İmam-ı Azam izah etti:
– Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah’a hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bana bu ilgisizliği bağışladığı için yine Allah’a şükrettim.
Mal sevgisi iç alemini, benliğini, kalbini kaplamamalı.
Kazandığın tüm malları giderken sahibine teslim edip gideceksin.