MİLLİ ÜRETİM NASIL ENGELLENDİ?
Cumhuriyetin ilanından önce ilk İktisat Kongresi , 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir’de toplanarak , Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferden sonra önceliğin ekonomik bağımsızlık ve milli sanayi hareketi oluşturularak ülkemizin kalkındırılması amacıyla çok önemli kararlar alınır, Bunlar;
– Hammaddesi yurt içinden sağlanan veya yetiştirilebilen sanayi ülkemizde derhal kurulmalıdır,
– El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrika üretimlerine veya büyük işletmelere geçilmelidir,
– Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir,
– Yabancıların kurdukları tekellerden ve yabancı ürünlerden kaçmak gerekir,
– Sanayinin teşviki ve milli bankaların acilen kurulması sağlanmalıdır.
– Demiryolu inşaat programına hemen başlanmalıdır.
I. İktisat Kongresinde milli üretimin olmazsa olmaz olduğu açıkça vurgulanıyor ve Kongrenin ardından da ciddi adımlar birer birer atılmaya başlıyordu. Türkiye Tayyare Cemiyeti 1925 yılında Atatürk’ün emri ile kuruldu ve daha sonraki yıllarda Türk Hava Kurumu adını aldı. Yine aynı tarihlerde Tayyare Motor ve Otomobil Anonim Şirketi (TOMTAŞ) kuruldu. Amaç Türk Hava Kuvvetleri’nin ihtiyacı olan her türlü uçağı üretebilmek ve bakımını yapabilmekti. Bu faaliyetlerin ilk adımı olarak, 6 Ekim 1928 de Kayseri de Türk-Alman işbirliği ile Junkers A-20 modeli uçak üretimi başladı. Junkers A-20 den 15 adet üretildi. 1932 den sonra Amerikan Curtis-Wright montajına başlandı. 1938 yılına kadar toplam 145 adet Alman Gotha, 112 adet İngiliz Miles-Magister tipi uçak üretildi.
Atatürk zamanında Ankara fişek fabrikası (1924), Gölcük tersanesi (1924), İş Bankası (1924), Ziraat Bankası ( 1924, yenilendi) , Eskişehir hava tamirhanesi (1925), Sanayi ve Maadin Bankası (1925), Alpullu ve Uşak şeker fabrikası (1926), Kırıkkale mühimmat fabrikası (1926), Bünyan dokuma fabrikası (1927),Eskişehir kiremit fabrikası (1927),Kırıkkale elektrik santrali ve çelik fabrikası (1928), Ankara çimento fabrikası (1928), Ankara havagazı fabrikası (1929), İstanbul otomobil montaj fabrikası (1929), Kayaş kapsül fabrikası (1930),Tabanca, havan ve mühimmat fabrikası (1930), Devlet Demiryolları Umum Müdürlüğü ( 1931), Merkez Bankası (1932), Eskişehir ve Turhal şeker fabrikaları (1934), Konya ereğli ve Bakırköy bez fabrikaları(1934),Bursa süt fabrikası (1934), İzmit paşabahçe şişe ve cam fabrikası (1934 temel atma ), Zonguldak antrasit fabrikası (1934 temel atma), Zonguldak kömür yıkama fabrikası (1934), Keçiborlu kükürt fabrikası (1934),Isparta gülyağı fabrikası (1934), Ankara, Konya, Eskişehir ve Sivas buğday siloları (1934), Kayseri bez fabrikası (1934 temel atma), Nazilli basma fabrikası (1935- temel atma), Bursa merinos fabrikası (1935 temel atma), Gemlik suni ipek fabrikası (1935 temel atma), Keçiborlu kükürt fabrikası (1935), Zonguldak taş kömür fabrikası (1935), Elektrik İşleri Etüt İdaresi ( 1935 ), Etibank (1935), MTA, Maden Tetkik Arama Enstitüsü (1935), Barut, tüfek ve top fabrikası (1936),Malatya bez fabrikası (1937 temel atma), Kağıt ve karton fabrikası (1934- temel atma) , Karabük demir çelik fabrikası (1937- temel atma), Divriği demir ocakları (1938), İzmir klor fabrikası (1938- temel atma), Sivas çimento fabrikaları (1938-temel atma) kurulmuştur.
Bu fabrikalar sayesinde 1929-1938 yılları arasında ağır sanayi üretimi % 152 artarken toplam sanayi üretimi de % 80 artmıştır.
1936 yılında Nuri Demirağ tarafından başlatılan havacılık sektörü ile İstanbul-Beşiktaş’ta tasarım ve prototip atölyesi, Sivas-Divriği de uçak fabrikası ve havacılık okulu tesisi,1937 de Selahaddin Alan Beşiktaş-Hayrettin iskelesinde Etüt Atölyesi, 1945’ de Divriği de Gök Uçuş okulu kuruldu. Nuri Demirağ bu girişimler için yeri bugün ki Atatürk Havaalanı olan havaalanını açtı. İlk paraşüt imalatı da yine bu tesislerde yapılmıştır. Kurulan bu okulda 1943 yılına kadar 290 pilot yetişti ve ayrıca THK’na 65 adet planör ve 15 adet eğitim uçağı teslim edildi. Bundan sonraki yıllarda fabrika gelişmeye ve yurt dışından talepler almaya başladı.
İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte Türkiye’ye sığınan Alman ve Polonyalı mühendisler ile birlikte THK Etimesgut’ta atölyeleri büyüterek 1942 yılında uçak fabrikası kuruldu. Bu fabrikada 1952 yılına kadar 16 tip uçak tasarımı ve 126 adet Türk tasarımı uçak gerçekleştirilir. Bu projeler arasında belki de en önemlisi sayılabilecek olan “Uçan Kanat” olarak adlandırılan THK-13 projesidir. Aynı yıllarda Paris’te havacılık fuarında sergilenmiş ve ilgi görmüş olan uçak maalesef test uçuşlarındaki talihsiz bir kaza sebebi ile daha sonraları geliştirilemedi. Tasarlanan tüm bu uçaklar günümüze kadar geliştirilerek üretilseydi şimdi bizimde Boing yada Airbus kalitesinde uçaklarımız olabilirdi.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmedi, ancak savaş tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik dengeleri sarstı. 1945–1950 yılları arasında Rusya’nın boğazda hak talepleriyle karşı karşıya kalan Türkiye’nin destek için Amerika’ya yakınlaşması ve Amerika’nın II. Dünya Savaşı sonrasındaki yeni stratejisi gereği Türkiye’ye Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde 1947-1951 yılları arasında Amerikan yardımı yapıldı. Bu yardımın miktarı toplam 400 Milyon USD civarındadır. ABD’den 1947-1951 yılları arasında sağlanan bu yardımın 135 milyon USD hibe, kalanı da geri ödenmek şartıyla verilen destektir. Verilen bu yardımların % 60’ı tarım alanında kullanılmıştır. Tarım aletlerinin yurtdışından alınması nedeniyle, bakım-onarım ve yedek parça maliyetleri Türkiye’nin dış ticaret dengesini alt üst etmiş, uzun vadeli yardımla gelen miktarın büyük bölümü de dolaylı olarak ABD’ye geri dönmüştür. ABD, yardımların diğer kısmı da karayollarının gelişmesi için verilmiştir. Böylece karayolu yapımı, Atatürk zamanında başlanan demiryolu yapımına tercih edilerek demiryolları çalışmaları da durdurulmuştur. Karayolu ulaşımının artmasıyla Türkiye ithal edilen yabancı otomobil ve otobüslerin istilasına uğradı, buna bağlı olarak yedek parça ve petrol ihtiyacı da giderek arttı. ABD tarafından verilen askeri yardımlar da herhangi bir savaşta kullanılmamak şartıyla verilmiştir.
Truman Doktrini ve Marshall Planı, Türkiye’nin iç ve dış dengelerinde çok büyük değişimlere neden olurken, Soğuk Savaş yıllarında yaşayacağı yaklaşık 50 yıllık dönemin de yönünü belirlemiştir. Üç kuruşluk yardım yapılarak Türkiye’ye çok büyük bedeller ödetilmiştir.
1950 yılından sonra her ne olduysa uçak fabrikalarına verilen tüm talepler iptal edildi ve Atatürk zamanında başlayan uçak üretimi de durduruldu.
25 Temmuz 1950 yılında Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılması, 7 Ocak 1952 Türkiye ile Amerika Arasında Ortak Güvenlik Anlaşması, 18 Şubat 1952 Türkiye’nin NATO’ya katılması sürecinden sonra 1950-1954 yıllarında serbest piyasa ekonomisine geçildi. 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan darbeden sonra bu döneme denk gelen yerli otomobil konusu da hüzünlü hikayeler ile doludur. 1961 yılında üretilen Devrim otomobili de maalesef benzin problemine kurban edilerek durdurulmuştur.
Daha sonra 1964, 1967 ve 1974 yıllarında kıbrıs hava ve kara harekatlarında ABD , yaptığı askeri yardımların kullanılmasını bahane ederek Türkiye’ye ambargo uygulamıştır. Bundan sonra Türkiye üzerinde yabancı güçlerin de etkisiyle 1971 muhtırası, 1980 askeri darbesi, 1997 ve 2007 muhtırası ile Türkiye her 10 yılda bir yapılan askeri müdahale ve terör olayları ile Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynanmış ve bu oyunların Türkiye’ye maliyeti 1 Trilyon USD’ın çok çok üstünde olmuştur.
NİÇİN ENGELLENDİK
Emperyalist-kapitalist sistem uluslararası bir düzendir. Batı ülkelerinin sermayesi dünya çapında üretim yapar ve ürettiklerini dünya çapında satar. Bu sistemde bizim gibi ülkelere düşen, bu üretim sürecinde bize dayatılan tüketici rolünü kabullenmek ve sattıkları malı almaktır.
Bu rolde, bir ülkeyi ayakta tutacak herhangi bir sanayi yatırımı olmaz. Sonuçta bütün sanayi malları ve o malları üreten makinalar zaten emperyalist ülkelerde üretilmektedir. Bizim gibi ülkelere düşen, o malların üretimi için gerekli olan hammaddeleri çıkarmak, onlara ucuz bir fiyata satmak ve onların ürettiği malları tüketmektir. Sistem tükettiğini kendi üreten bir üçüncü Dünya ekonomisine izin vermez.
Tüm doğal kaynaklarınızı çıkarırsınız ama bu hammaddelerle kendi ürününüzü üretemezsiniz. Bunun ekonomik gerekçesi de “rekabet”tir. Çünkü ne yaparsanız yapın, Batıda üretilen üründen daha ucuza mal edemezsiniz. Çünkü Batılılar teknolojik üstünlükleri ve dünya çapında en ucuz hammaddeye ulaşabilmeleri ve yaygın pazar kabiliyetleri nedeniyle her şeyi sizden daha ucuza üretip çok daha ucuza pazarlarlar.
İşte dışa bağımlı ekonomi bu şekilde ortaya çıkar. Hiçbir şekilde onların teknolojisini ülkenize kuramazsınız, Emperyalist ekonomiyle hiçbir şekilde rekabet edemediğimiz için yabancı sermaye, bizim ulusal ekonomimizi istila eder. Yabancı mallarla rekabet edebilecek yerli ürün piyasada bulamazsınız. Yerli firmalar ya yabancı sermaye tarafından satın alınır ya da yabancı sermayenin geniş pazarlama imkanlarıyla rekabet edemeyip kapanmak zorunda kalır.
Sonuçta, yerli ürünler cazip yabancı ürünlerden daha pahalıdır. Ancak durum göründüğü gibi değildir. Tüketicinin o malı alabilmek için para kazanacak bir üretim sürecine katılması lazımdır. Halbuki yabancı ürün ve sermaye istilası ülke ekonomisine öyle büyük zararlar verir ki,artık insanların çalışıp para kazanabileceği yerli firma bulunmaz hale gelir.
Üstelik, yabancı sermaye tarafından işgal edilen ekonomide üretim o ülkenin ihtiyaçları için de yapılmaz. Tek boyutlu bir ekonomik düzen vardır. Emperyalist üretim zinciri, o ülkeden ihtiyaçlarının yalnızca bir kısmını karşılar. Bu da o ülkenin bağımsız bir ekonomi kurmasının önüne geçmenin en kestirme yoludur.
Peki çıkış yolu nedir?
Tek bir çıkış yolu var ; MİLLİ DEVLET POLİTİKASI.
Yerli ve bağımsız bir ekonomi kurmak isteniyorsa, bu ancak ve ancak devletçi yada devlet destekli bir ekonomiyle mümkündür. Atatürk döneminde de yapılan buydu. O dönem ki yatırımların büyük çoğunluğu bizzat devlet eliyle gerçekleşti ve Türk ekonomisi 1938’e gelindiğinde dünyanın önde gelen ekonomilerinden biri olmuştu. Öyle ki, Atatürk öldüğünde, Türkiye’de lokomotif ve uçak fabrikası bile vardı.