NURİ DEMİRAĞ GÖK OKULU

Nuri Demirağ’a ait Yeşilköy’deki GÖK OKULU’dan mezun olan pilot adaylarının yemin ve diploma töreni (Mayıs 1944).

Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp tayyare yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika’nın son sistem tayyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücüda getirilmelidir.” Nuri Demirağ, 1936

1930’lu yıllara gelindiğinde dünyada ve Türkiye’de ekonomik sıkıntı had safhadaydı. Bu yüzden orduya uçak ve benzeri ihtiyaçlar ancak halkın himmetleriyle alınabiliyordu. O yıllarda ilginç bir kampanya düzenleniyor ve her ilden toplanan paralar ile bir uçak alınıyor ve alınan uçağın kuyruğuna da o ilin ismi yazılıyordu. Bunun yanında zengin işadamları da tek başlarına uçak alarak devlete hibe ediyorlardı. O zaman da uçağın kuyruğuna o işadamının ismi yazılıyordu.

İşte yine böyle bir himmete başvurulmuştu ve büyük işadamlarından yardım talep ediliyordu. Tabii bu himmetle Nuri Demirağ da muhataptı. Gerisini ilk damadı Mansur Azak anlatıyor: ” 1932 senesinde gazetelerde bir havadis var. Diyor ki havadiste, bu memlekette uçağa ihtiyacımız var. Uçak fabrikamız olmadığı için parayla satın alıyoruz. Devletin bütçesi de o zaman 200 milyon lira. Diyorlar ki bir kampanya açalım. Milletin himmetine baş vurup para toplansın, bu paralarla uçak alalım. O zamanlar Ankara’nın en zengini Vehbi Koç ‘tu. Vehbi Koç’a gidiyorlar ve durumu izah ediyorlar. Hay hay diyor, ne kadar verelim? Gönlünüzden ne kadar koparsa diyorlar. Ve Vehbi Koç da çıkarıp 5 bin TL veriyor. Daha sonra Abdurrahman Naci Bey’e geliyorlar. Durumu izah ediyorlar. Abdurahman Naci Bey’de 120 bin TL veriyor. Sonra da Nuri Demirağ’a geliyorlar ve durumu izah ediyorlar. Nuri Bey de ‘Siz ne diyorsunuz? Benden bu millet için bir şey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Madem ki bir millet teyyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lutfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim’ diyor. Sonra da hazırlıklara başlıyor.”

Zaten senelerden beri Nuri Bey’in aklı fikri bu işte idi ve kendi kendine, “Göklerine hakim olamayan milletler, yerlerde sürünmeye, yerin dibinde çürümeye mahkumdur”, “Zafer süngünün ucunda değildir. Zafer kartalı süngünün ucundan kalktı, havalandı, tayyare kanadının üstüne kondu” gibi vecizeler üretiyordu. Önüne çıkan bu fırsatı değerlendiren Nuri Bey, yanına aldığı mühendis ve teknisyenlerle seyahatlere çıkarak incelemelerde bulunmaya başladı. Almanya, Çekoslovakya ve İngiltere’deki uçak fabrikalarını gezdi.

Nuri Demirağ büyük sabır ve azimle işe atılmış ve yanına aldığı bir çok mühendis ve teknisyenle hızlı bir çalışmaya başlamıştı. “Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp tayyare yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika’nın son sistem teyyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir” diyen Nuri Demirağ, 1936 senesi ortalarına doğru uçak fabrikası için hazırlıklara başlamış ve ilk etapta on senelik bir program yapmıştı. 17 Eylül 1936’da da fiilen teşebbüse geçti ve bir Çekoslovak firması ile anlaşarak Beşiktaş’ta Hayrettin İskelesi’nde, bugün Deniz Müzesi olarak kullanılan, o zamana göre modern bir bina yaptırdı. Programa göre burası etüt atölyesi olacak, asıl büyük fabrika da memleketi olan Sivas Divriği’de kurulacaktı.

Bu arada Türk Hava Kurumu ıo tane eğitim uçağı ve 65 tane de planör siparişi vermişti. Nuri Demirağ ve ekibi, bir yandan bu siparişleri yapmak için tüm gay retlerini sarfederken, bir yandan da yepyeni bir model geliştirmişlerdi. Bu Nu.D.38 ismini taşıyacak olan altı kişilik, çift motorlu, gövdesi alüminyum kaplama bir yolcu uçağı idi.

Türkler’in kendi uçaklarını kendilerinin yapması belli başlı uçak fabrikalarını endişelendirmişti. Ama yine de Türkler’in iyi bir uçak sanayii kurabileceklerine inanamıyorlardı.

Nuri Demirağ’ın Beşiktaş’taki fabrikada yapılan ve hiç bir bozukluk göstermeden başarılı uçuşları na devam eden uçakları, Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında da büyük yankılar uyandırmıştı.

Hele çift motorlu, barışta yolcu uçağı, savaşta istenildiği zaman eksiksiz bir bombardıman uçağı görevini görecek şekilde yapılan ve saatte 270 kilometre hıza ulaşan, 5 bin 500 metre yükseğe çıkabilen ‘Nu.D.38’in yapılması, dünya uçak sanayicilerinin dikkatini birden Türkiye’ye ve Nuri Demirağ’ın uçak fabrikasının üzerine çekmişti.

Türkler’in kendi uçaklarını kendilerinin yapması belli başlı uçak fabrikalarını endişelendiriyordu. Özellikle İngiliz ve Almanlar’dan başka Amerika’nın endişeleri daha büyüktü. Gerçi Türkler’in bu işin altından kalkabileceklerine inanmıyorlardı; fakat bu iş gerçekleşirse, ileride bir pazar kaybetmenin endişesi içerisindeydiler. Bu düşüncedeki Amerikan Uçak İmalatçıları Birliği, Türkiye’ye tetkikierde bulunmak üzere birliğin başkanı Bay Todd’u göndermişti.

PİLOT YETİŞTİRİLECEK ‘GÖK OKULU’ YAPILIYOR

Artık iş büyüyor; faaliyetinin sınırları genişliyordu. Atölyede yapılan uçakların testleri için bir piste ihtiyaç vardı. Bu yüzden Yeşilköy’de, şu anda Atatürk Hava Limanı olarak kullanılan, Elmas Paşa Çiftliği’ni satın alarak, orada 1559 dönümlük geniş arazi üzerinde, 1000×1300 metre ölçülerinde bir uçuş sahası yaptırdı. Bu sahanın üzerine bir de, Nuri Demirağ Gök Okulu, uçak tamir atölyesi ve hangarlar yapıldı.

Bu tesisleri yaptıran Nuri Demirağ, “Türk’ün yaptığı uçakları elbette Türkiye’de yetişen pilotlar uçuracaktır” düşüncesiyle hareket ediyordu. Bu yüzden havacılık üzerine eğitim verecek 150 yataklı bir yurdu da bulunan ‘Gök 0kulu’na, üniversitede okuyan veya mezun olmuş öğrenciler alınıyor ve uçuş eğitiminin yanısıra uçağın teknik yapısıyla ilgili eğitimler de verilerek pilot yetiştiriliyordu.

Yeşilköy’deki okuldan önce, doğduğu yer olan Diyriği’nde de bir Gök Ortaokulu açan Nuri Demirağ, Türk gençlerine havacılığın zevkini aşılıyordu. Öğrencilerin yemek, içmek, yatmak, öğrenim gibi bütün masraflarınıkarşılıyordu. Başarılı olan öğrencileri yaz tatillerinde İstanbul’a getiriyor ve uçmaya özensinler diye onlara uçuş dersleri verdiriyordu. Bu yüzden içlerinden bir çoğu pilot olmuştu. Hepsi ile ayrı ayrı ilgileniyor, her birine ayrıca ayda ISO lira aylık veriyordu. Gök Okulu öğretmenlerinin aylığı ise 350 liraydı. Nuri Bey’in Gök Ortaokulu’nda okuttuğu öğrencilerinden Dr. Rahmi Karahasan o günleri şöyle anlatwor:

“Nuri Demirağ Divriği’ne okul yaptırdığı zaman Sivas’ın hiçbir ilçesinde ortaokul yoktu. Bize ortaokulu sağladığı zaman diğer ilçelerden de Divriği ‘ne ortaokul tahsili yapmaya gelen bir çok arkadaşımız olmuştur. Her kaydolan öğrenciye birer takım elbise, ayakkabı ve kasket verilirdi. Ortaokul tahsilini yaptıktan sonra da, lise ve yüksek okul tahsili yaptırmak için İstanbul’a götürür; bizlere kalacak yer, okuyacak okul ayarlardı. Biz onun sayesinde 0kuduk ve meslek sahibi olduk. Nuri Demirağ bizim velinimetimizdi. ”

Hepsini birer çocuğu gibi sevdiği Gök Okulu öğrencilerine, 6 şeyden sakınmalarını nasihat ediyordu: İşretten, kumardan, iffetsizlikten, eğrilikten, tembellikten, zulmetmekten.

O zamanın cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğulları Omer İnönü ve Erdal İnönü de Nuri Demirağ’ın Yeşilköy’deki Gök Okulu’na kaydolmuş ama bir hafta kadar öğrenim gördükten sonra okulu bırakmışlardı. Gök Okulu, kurulduğundan kısa bir süre sonra her biri birer değerli pilot olan 9 kişiyi mezun etmişti; Galip Demirağ, Mehmet Kum, Osman Doğan, İbrahim Uras, Mustafa Turman, Sabri Mağara, İhsan Anıl, Mustafa Engül, Hüseyin Danacı. Bu pilotları ise daha sonra yüzlerce genç pilot izlemiş ve Nuri Demirağ Gök Okulu, tam anlamıyla bir pilot okulu niteliğini kazanmıştı.

Zaman zaman yapılan gösterilerde bu okulda yetişen öğrenciler, Türk uçaklarıyla havada çeşitli akrobasi hareketleri yapıyorlar, daha önceden belirtilen yerlere paraşütle erzak çuvallarıatıyorlardı. Bu gösterileri binlerce İstanbullu izliyor ve 19-20 yaşlarındaki gençlerin başarısını çılgınca alkışlıyorlardı.

Kaynak: Aksiyon Dergisi , Sayı: 80 (15.06.1996) / Semih İnceöz