NASİP – Dr. İlhami Pektaş

Nasip…Ne güzel bir teslimiyet.
Başına gelenlere üzülmemek,
Sonuna kadar sabretmek,
Herşeyin hayırlısı demek ve dilemek,
Hayır ve şerrin ancak Allahtan geldiğine ve
Ondan gelen her şeyin hayırlı olduğuna iman etmek.
İşte bu teslimiyetin işte bu tevekkülün ta kendisidir…
Nasip…
Yüce yaradanın bir şeyi bizim için tensip buyurması,
Uygun görmesi ve onu takdir etmesidir.
İslâm her şeyin Allah’ın takdiri sonucu meydana geldiğine inanmayı emreder. Takdir Allah’ındır.
Gaybı Allahtan başka kimse bilemez.
Her şey nasip meselesi.
Kaderinde ne yazıldı ise o gerçekleşir.
Bütün yazılarda, dizelerde anlatılmak istenen de o.
Nasibi olan karıncadan alır ders,
Nasibi olmayana kainat kitap olup açılsa bile ters.
Kısmet etmiş ise MevIa;
EI getirir, yeI getirir, seI getirir.
Kısmet etmez ise MevIa; eI götürür, yeI götürür, seI götürür.
Nasip; İstenen değil, hep verilen…!
Nasipse gelirmiş Çin’den Yemen’den.
Nasip değilse; senin olsa bile kayar gidermiş elinden..
Şair şöyle diyor:
Bî baht olanın bağına bir damlası düşmez
Yağmur yerine inci, gümüş yağsa, semadan…
Güzel bir hikaye ile tamamlayalım Nasibi…..
Sultan İkinci Mahmut tebdil-i kıyafet ederek bir ramazan günü Üsküdar’da gezerken Tıkandı baba isminde bir kunduracıya rastlıyor. Kunduracı boş örsü tokmaklıyor ve bir taraftan da, “Tıkandı da tıkandı!” diye söyleniyordu. Sultan Mahmut ne olduğunu, neden böyle diyerek boş örsü tokmakladığını sorunca, kunduracı,
– “Bu gece bir rüya gördüm. Çeşmeler vardı. Kimisi harıl harıl, kimisi normal akıyor, kimisi de damlıyordu. O sırada yanımda bir pîr-i fani türedi. Ona bu çeşmelerin halini sordum. O da en çok akanın Sultan II. Mahmut’un çeşmesi olduğunu, normal akanlarınkilerin paşaların, vezirlerin çeşmeleri olduğunu… En az akan çeşmenin de benim olduğunu söyleyip, gözden kayboldu. Ben de elime aldığım bir çöp parçasıyla benim çeşmemi ağzını biraz daha açayım derken, elimdeki çöp kırılıp, içerde kaldı. Ve çeşmem tam tıkandı damlamaz oldu. Neticede işlerim bozuldu, işsiz kaldım, onun için bu boş örsü dövüyor ve tıkandı da tıkandı, diyorum” diye anlatıyor…
Padişah üzülüyor, saraya dönüyor. Ve adamın durumunu araştırıyor. Gerçek olduğunu öğrenince de bu ramazan’da o garibi sevindirmek istiyor. Evvela her dilimin altına bir altın koyarak, ona bir tepsi baklava gönderiyor. Adam baklavaları yiyecek, altınları alıp kurtulacak ama adam o tepsiyi bilmeden bir altına bir başkasına satıyor ve kazandığını zannediyor. Durumu öğrenen Sultan Mahmut biraz daha üzülüyor.
Ertesi gün içi altınla doldurulmuş bir hindi kızartmasını ona gönderiyor. Baklavayı satın alan açık göz allem kallem edip, onu da bir altına satın alıyor.
Tıkandı Baba yine tıkanıyor. Durumu öğrenen padişah üzülüyor ve onu saraya çağırıyor. Eline bir kürek vererek onu altın dolu hazineye sokuyor: “Daldır küreği de, kürekte kalan altınlar senin olsun” diyor. Adam heyecanla küreği de ters daldırıyor. Sapın kovuğunda sadece yine bir altın kalıyor.
İşte o zaman Sultan Mahmud meşhur sözünü söylüyor:
“Vermeyince Ma’bud, neylesin Sultan Mahmud!”